Atatürk’ün Liderlik Sırları



Atatürk, benimsediği ve inandığı hedeflerini hayata geçirmek için üç temel kaynağı çok başarılı bir biçimde yönetmiş ve yönlendirmiştir:

1. İnsanLiderin hedefine ulaşabilmesi için insan en önemli kaynaklardan biridir. Bu nedenle liderler insanları sevmeli ve tanımalıdır.

Nick Vujicic'lin Liderlik Sırları



Canınız mı sıkılıyor? Mutsuz musunuz? Hayat sizin için gerçekten çok mu zor? O zaman şu iki kelimenin ne anlama geldiğini öğrenmek ister miydiniz? Tetra-Amelia… Genetik olarak kolsuz ve bacaksız doğmaya neden olan bir hastalık… Daha doğduklarında bu dezavantajla başlıyorlar hayata, bu hastalığa sahip insanlar. Bir ömür boyu kolsuz ve bacaksız yaşamak… Epey zor olsa gerek değil mi? Belki şimdi üzüldük, hüzünlendik ve belki de bir acıma duygusu tırmaladı kalbimizi…

Felix Baumgartner'in Liderlik Sırları



Serbest Düşüşte ses hızını aşan ilk insan olan extrem sporcusu Felix bu inanılmaz gibi gelen olayı nasıl başardı?
Amerika'nın New Mexico eyaletinden havalanan 850 bin tonluk helyum balonlo çıktığı 38620 metreden kendini bırakan Felix ses duvarını aşarak büyük bir başarıya imza attı. Tabi bunu başarabilmek için çok yoğun bir çaba harcandı.

Ziya Paşa'nın Liderlik Sırları



Arab ne eksilirdi derya-yı izzetinden
Peymane-yi vücude zahr-ab dolmasaydı
Azade-ser olurdum asib-i derd ü gamden
Ya dehre gelmeseydim ya aklım olmasaydı

Cengiz Han'ın Liderlik Sırları



İsmi anıldığında kalplere korku salan bir imparatorluk; Moğollar ve bu imparatorluğun acımasızlığıyla nam salmış, yürekleri ağızlara getiren kurucusu; Cengiz Han… Çin’den Avrupa’ya, Tibet’ten İran’a uzanarak, tarihin şahit olduğu en geniş imparatorluk sınırlarına ulaşan Moğolların lideri Cengiz Han’ın atının üzerindeki heybetli duruşu, acımasız bakışları pek de hayra yorulamamış yıllardır ve çok şey dillendirilmiş arkasından. 

NLP ile Liderlik Sırları



1. Empati
Empati ya da 'Duygu Sezisi', psikolojik bir terim olarak insanın, diğer insanların 'gerçekliği' nasıl algıladıklarını ve yorumladıklarını, bu gerçekliğe ilişkin kendi görüşlerinden vazgeçmeksizin anlama yetisidir. Duygudaşlıktan daha önemli bir yetenektir. Duygudaşlık sizin kendinizi başka bir kişinin durumuna koymanız ve böylelikle onun yerinde olduğunuzda nasıl davranacağınızı belirlemenizdir. İnsanlarla 'Empati' üzerine kurulu bir ilişki kurduğumuzda, onların 'Motivasyonlarını', geçmiş deneyimlerini, duygu ve düşüncelerini, tutumlarını, dünyaya bakış açılarını, umutlarını ve beklentilerini daha iyi anlayabiliriz. Bu yüzden, Vizyoner Liderlik uygulamalarının en önemli temeli bu yüzden Empati'dir.

Obama'nın Liderlik Sırları



Bireyin başarıları birden, aniden inkişaf etmez; başarı sebeplerini hazırlayan şüphesiz muhtelif değişkenler vardır. Kişi anne karnında başlayan öğrenme sürecinden itibaren elde edilen başarı her ne ise onu elde edene kadar; gördüğü, duyduğu, hissettiği ne varsa hepsini bir bir üst üste koyarak başarısını ve kendini inşa eder. Dolayısıyla kişi yaşamı boyunca, özellikle de küçük yaşta ne kadar çok uyaranla karşı karşıya gelirse, algılama, anlamlandırabilme, mukayese ve muhakeme yeteneği de bir o kadar gelişir, bu durum da elbette ki başarıyı olumlu yönde etkiler. (Uyaran: çevremizde duyularımız vasıtasıyla beynimizde bir algıya neden olan her şey)

2. Abdülhamid'in Liderlik Sırları



Tarihimizde en çok eleştirilen yöneticilerden biri olan Sultan Abdülhamit’e bir de bu pencereden bakmaya ne dersiniz?

1. Hindistan, Cava, Afganistan, Çin, Malezya, Endonezya, Açe, Zengibar, Orta Asya ve Japonya'ya elçiler ve din adamları gönderdi.

Hz. Muhammed'in Liderlik Sırları



Hz. Muhammed, disipline edilmeye alışık olmayan bir topluluğa idarecilik etmekteydi. Bu sebeple onun idare yetenekleri ve üstünlükleri, görüp öğrenmeye dayanan bir üstünlük değildir. Hatta toplumunun şehir devletinde idare işlerine bakanların bozuk geleneklerini yıkmış bir peygamber olarak, o idarecilikte de bir örnektir.

Mimar Sinan'ın Liderlik Sırları






Kökeni - Devşirilmesi
Sinaneddin Yusuf , Kayseri'nin Agrianos (bugün Ağırnas) köyünde hristiyan ( Ermeni veya Rum) olarak doğmuştur. 1511'de Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul'a gelmiş yeniçeri ocağına alınmıştır.

Kraliçe 1.Elizabeth'in Liderlik Sırları



Bir ülkeyi yönetmekle, bir şirketi yönetmek arasında benzerlikler ya da farklılıklar var mıdır? Bir ülkenin yaşadığı ekonomik kriz ile bir şirketin girdiği nakit darboğazı arasında paralellikler nelerdir? Ülke yönetimi ile şirket yönetiminin başarısının, aynı liderlik özelliklerinden kaynaklandığına inananlar için tarihi kişiliklerin hayatları liderlik dersleriyle dolu ipuçları verebilir... Bu ipuçlarına inananlardan biri olan yönetim uzmanı Alan Axelrod, Kraliçe 1.Elizabeth’in hayatından yola çıkarak günümüz yöneticilerine başarı yollarını açacak liderlik özelliklerini ortaya çıkartıyor. Ona göre, 1558’de İngiltere Kraliçesi olan 1.Elizabeth’in ülkesi için yaptıkları, aynı zamanda tarihte görülen en muazzam şirket başarı hikayesi.

Başarılı Liderlerin Liderlik Sırları



The Economist dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, liderlik için gerekli 10 özellik aşağıda sıralanıyor. Bu özelliklerin pek çoğu bir girişimi, özellikle herkese açık ticaret yapan bir organizasyonu yönetmede çok yararlı ve yardımcı özellikler. Şirketlerin yönetim şekilleri milletlerin başarısını, çalışanlarının ve müşterilerinin mutluluğunu belirler.

Hz Ali'nin Liderlik Sırları



İslam ve dünya tarihinde iz bırakan, örnek alınacak erdemli ve karizmatik bir yaşamı olan Hz. Ali, 598 yılında doğmuş, 661'de 63 yaşındayken yaşama veda etmiştir. Hz. Muhammed'in amca oğlu Hz. Ali, daha sonra onun damadı da olmuştur. Halifeliğin babadan oğla geçme sistemi başlamadan önce seçimle işbaşına gelen halifelerin 4.sü ve sonuncusudur. 'Allah'ın Arslanı' unvanıyla da anılır. Hz Ali ayrıca peygamberin ifadesiyle "İlmin Kapısı (Babü'l İlm)"dir. Küçük yaşlardan itibaren Hz. Muhammed'in yanında, onun yöneticiliği altında özel bir eğitimden geçmiştir.

Sezar'ın Liderlik Sırları



Jül Sezar (M.Ö. 100?-44), tarihin yazdığı en ünlü Romalı kuşkusuz. Halk tarafından ‘Mağlup Edilmez Sezar’ diye anılan bu lider; bir devlet adamı, general, kanun koyucu, hatip, tarihçi ve matematikçi olarak bilinir. Süsüne ve giyimine düşkün olan, saçları döküldüğünden kel bölümlerini gizlemek için başında defne dalından bir çelenkle gezen, soylulara karşı halkın tarafında saf tutan bu yenilmez savaşçı, tarihin kendisine biçtiği ‘diktatör’ sanının hakkını vermiş olabilir mi gerçekten? Yoksa 21 asır önceki diktatörler bu yüzyılınkilerden farklı telden mi çalıyorlardı? Ya da kenara çekilerek, kanun adamı ve hakkaniyet yanlısı olarak nam salmış Sezar’ın hakkını Sezar’a mı vermeli? 
Jül Sezar, Yunan-Roma dünyasının tarihini tersine çevrilemez şekilde değiştirmiş, cesareti ve askeri dehasıyla Roma’yı bir imparatorluk haline getirmiş. Bu efsanevi Romalı hakkında pek çok şey yazılıp çizilmiş olsa da bildiklerimizin doğruluğu su götürür. Kendisine soyluların düşman, halkın dost kesilişini ve aradan geçen 2000’den fazla yılı göz önüne alınca, Sezar’a dair söylentilerin birbirini tutmayışına hak vermeden geçemiyor insan.

Geldim, Gördüm, Yendim
Sezar, soylu bir aileden gelmesine karşın halkın yanında yer alırmış. İradesi, kanun hükmündeki Sezar’ın, tek sözüyle harekete geçen bir orduya sahip olduğu o günlerine ulaşması kolay olmamış. Zekası, cesareti ve askeri alandaki hüneriyle Roma’yı cumhuriyetten bir imparatorluğa dönüştüren Sezar, herhangi bir saldırının planlanması, düzenlenmesi ve yönetilmesinde önüne geçilmez bir enerji ve tutkuyla hareket edermiş. Lüks bir hayata alışkın olan bu liderin yeri geldiğinde kendisini çetin savaş koşullarının ortasına atmasını askerleri şaşkınlıkla karşılıyorlar, ona büyük bir hayranlıkla bağlılık duyuyorlarmış. Halkı temsil eden Marius ile soyluları temsil eden Sulla arasındaki iç savaşta Marius’un yanında yer alan Sezar’ın hayatı Marius’un yenilmesiyle tehlikeye girmiş. Sulla’nın kendisini bağışlamasıyla hayata hızlı bir dönüş yapmış Sezar ve o hızla askeri bir görev nedeniyle Anadolu’da almış soluğu. Ünlü “Geldim, gördüm, yendim”(Veni, vidi, vici!) sözünü de Anadolu topraklarındaki bir savaştan dönerken söylediği bilinir.



Sağ Elle Tokalaşma Kanunu
Sezar, halkın iyi savaşması yanında, iyi yönetilmesi gerektiğini öne sürerek pek çok kanun çıkarmış. Soyluların önderi General Pompeius askeri görevle Roma’dan ayrılınca, Sezar da halkın desteğini kazanmak üzere faaliyetlere girişmiş. Sivil savaş sonrasında halka ve askerlere altın dağıtıyor, ardından ziyafet çekiyor, gladyatör oyunları ve sirkler gibi halkı eğlendirecek gösteriler sonrasında kanunları uygulamaya koyuyormuş. Soylulara sağlanan pek çok hakkın avam kesime de tanınmasını sağlayan kanunlarıyla soylular arasında pek çok düşman edinmiş. Halkın adil ve güvenilir yaşam koşullarına kavuşması için zorbalık ve şantajı yasaklayan bir kanun çıkarmış. 
Sağ elle tokalaşmak Sezar’dan önce bir adetten ibaretken, Sezar bunu bir kanun haline getirmiş. Silah sağ elde taşındığı için bu elle tokalaşmak, kişinin elinde silah bulunmadığının ve dostça bir yaklaşım içinde olduğunun, karşıdakine zarar vermek istemediğinin işaretiymiş. Ancak solak olan Sezar, düşmanları karşısında bunu bir avantaja çevirmek istemiş. Sağ eliyle tokalaşırken sol eliyle de silahını rahatça tutmak gayesiyle sağ elle toklaşmayı kanunlaştırmış. Böylece gizli düşman sağ elini uzatırken, kendisi sol elinde silah bulunduruyor, kendini emniyete alıyormuş.



Elleri İncili Jül Sezar
Sezar, on yıldan daha kısa bir sürede bugünkü Fransa ve Belçika’yla birlikte Hollanda, Almanya ve İsviçre’nin bulunduğu bölgenin büyük bir bölümünü egemenliği altına almış. Bir kanun koyucu olarak boş durmamış ve bu bölgedeki halkların yaşamlarına da yeni kanunlar eşliğinde nizam getirmiş. İ.Ö. 55 ve 54’te İngiltere’yi istila ettiyse de yeterli sayıda askeri olmadığı için adayı fethedememiş. Bir söylentiye göre İngiltere’yi fethetme arzusu, bu adanın kıyılarından çıkarılan incilere duyduğu zaaftan kaynaklanıyormuş. Sahip olduğu incileri eline alır, onları uzun uzun seyredermiş Sezar. Ağırlıklarını kestirmeye çalışarak bir değer biçmeye çalışırmış incilerine. Bu onun için bambaşka bir keyifmiş. Aynı zamanda heykeller, altın kaplar, tahta oymalı çanaklar biriktirme gibi bir adeti de varmış.
Sezar’ın en büyük dertlerinden biri saçlarının dökülmesiymiş. Düşmanlarının sık sık alay konusu olan kellik problemine çare ararken çözümü defne yapraklarından bir taç takmakta bulmuş. Bunun yanında tedbiri elden bırakmıyor, başının arka kısmındaki saçları ön tarafa doğru tarayarak kel bölgeyi kamufle etmeyi beceriyormuş. 
Sezar aynı zamanda epilepsi hastalığından da muzdaripmiş. Kendisine oldukça acı veren sara nöbetlerine yakalanıyor, bu zamanlarda bedensel davranışlarının kontrolünü kaybediyor, ne yaptığını bilmeyecek derecede kendinden geçiyormuş. İlaçların ve tedavi yöntemlerinin olmadığı o çağlarda kuvvetten düşüren böylesi şiddetli bir rahatsızlığın Sezar’ın pek çok başarısının önüne geçtiği söylenir. Ayrıca kimilerinin bu rahatsızlığı tanrıların ve özellikle ‘ay’ın bir cezası olarak görmesi Sezar’ın ıstıraplarına tuz biber ekermiş. Ancak kurnaz lider bu durumu da kendi lehine çevirmenin yolunu bulmuş. Sara nöbetlerini, kendisinin ilahi güçler katında Venüs’le ilişkilendirilişine bağlıyor, bu rahatsızlığı kendisine bahşedilen tanrısal niteliklerin bir işareti gibi gösteriyormuş.

Rehin Düştüğü Korsanlardan Aldığı Acı İntikam
Hitap yeteneğini geliştirmesi gerektiğini düşünen Sezar, bu konuda çalışmak üzere Rodos’a gideceğini duyurmuş. Hocası Cicero ve Marcus Antonius’un da ders aldığı ünlü Yunan retorikçi Apollonius Molon’muş. Ancak yolda Anadolu kıyılarındayken pusuya yatan korsanlar tarafından kaçırılıp rehin alınmış. Geri verilmesi için korsanlar 5.000 altın istemişler. Bunun üzerine Sezar, küstah bir edayla kendisi gibi bir soyluyu 12.000 altından aşağısının kurtarmayacağını ileri sürmüş. 38 gün rehin tutulan Sezar, o süre içinde konuşma metinleri yazarak retorikle ilgili egzersizler yapmış ve bunları korsanlar üzerinde tatbik etmiş. Bu süre zarfında kendisine çok iyi davranılmış; ancak Sezar kurtulduktan sonra geri geleceğini ve korsanları bozguna uğratarak kendilerini çarmıha gereceğini söyleyerek intikam yeminleri etmiş. Salınmasının ardından sözünde durmakta gecikmemiş Sezar. Küçük bir donanma hazırlayarak kendisini rehin alan korsanların izini sürmüş ve intikamı oldukça acı olmuş. Bunlar yanında işkenceden nefret eden Sezar’ın, bunun bir göstergesi olarak korsanlara insaflı davrandığı, dehşetli bir ölüm şekli olan çarmıha germe işlemi yerine onları daha tez elden öldürdüğü söylentileri dolaşır.

Jül Sezar’ın İlginç Uygulamalarından Notlar
Jül Sezar, yöneticiliği boyunca pek çok kanunun altına imza atmış, sıra dışı uygulamalarla adını bugünlere eriştirmeyi başarmış. İşte Sezar’ın tarihe yön veren uygulamalarından bazı örnekler:
Julien takvimini geliştirmek için Mısır’dan bilginler getirtti. Böylece eski Mısırlar tarafından kullanılan Güneş Takvimi, Sezar’ın ismiyle kullanıma geçmiş oldu. Julien takvimi, 1582 yılında Papa XIII. Gregoir tarafından yeniden düzenlenerek bugün kullandığımız Miladi takvim oluşturuldu.  
Yabancı halklara da Roma yurttaşlığı hakkı tanıdı. 
Senatonun üye sayısını artırdı, böylece daha geniş kesimlerin temsil edilmesini amaçlıyordu.
Meclis ve senatonun ne yaptığına dair bilgi edinmek isteyen herkese gönderilmek üzere ‘Acta Diurna’ ismindeki ilk haber gazetesini çıkardı.
Hiçbir savaşı kaybetmedi.  
Savaşlarını ve başından geçenleri not etme alışkanlığı vardı. Galyalılar, Germenler ve Britanyalılar, o zamanki dinler,  ülkeler ve hatta ormanlardaki hayvanların yaşayışlarına ilişkin bugün sahip olduğumuz pek çok bilgi Sezar’ın notlarından edinilmiştir.  
Sezar halk tarafından çok seviliyordu. Kendisine ilahi sıfatlar atfediliyor; ‘İmparator’, ’İnsanlığın babası’, ‘Mağlup edilmez Julien’ gibi isimlerle anılıyordu. Roma tapınaklarından birinde Roma’nın yedi büyük imparatorunun yanına heykeli dikilerek altına ‘Yenilmez Tanrı’ sözcükleri yazılmıştı. 
Doğum günü tatil olarak kutlanırdı. Doğduğu ay, bugün de İngilizce’ de Temmuz anlamına gelen kendi adı Julius-July ismiyle anılır oldu.



Sen de mi Brütüs?
Sezar’ın ölümüne dair şöyle bir hikaye anlatılır: Pers ülkesine sefere çıkmak üzere olan Sezar, adet olduğu üzere kahinlere zafer elde edip edemeyeceğini sormuş. Aldığı yanıt da bu bölgede ancak bir imparatorun galip geleceği, bu unvana sahip olmayan bir kişinin başarıyı unutması gerektiği yönünde olmuş. Bunun üzerine Sezar’ın savaş bitip Pers toprakları elde edilinceye kadar imparator unvanı alması fikri öne sürülmüş. Ancak ülkenin yönetiminin tek bir kişinin elinde olmasını doğru bulmayan soylular, Sezar’ın öldürülmesinin tek kurtuluş olacağını düşünmüşler ve 15 Mart tarihinde Sezar’a bir suikast düzenlemeye karar vermişler. Kahinlerden 15 Mart gününün kendisi için büyük bir felaket olacağı haberini alan Sezar’ı büyük bir tasa tutmuş. Bu gün gelince oldukça yorgun uyanmış Sezar. Rüyasında Sezar’ın öldüğünü gören karısı Calpurnia, gözyaşları içinde kocasına o gün senatoya gitmemesini söylemiş. Senatoya vardığında kalabalığın arasından biri eline bir kağıt tutuşturmuş Sezar’ın ve güvenliği için, yazılanları mutlaka okuması gerektiğini fısıldamış ona. Ancak Sezar okumak için kağıda her uzanışında ona hep bir şeyler engel olmuş ve senatoya son girişinde kağıt elinde okunmadan duruyormuş. Yazılanlardan bihaber Sezar’ı bıçaklama işi, Sezar’ın çok sevdiği arkadaşı Brütüs’e verilmiş. Ölmek üzere olan Sezar’ın son sözü, kendisine haince darbe indiren arkadaşına karşı söylediği “Sen de mi Brütüs?” olmuş.

Acun Ilıcalı'nın Liderlik Sırları




Artık herkes öyle ya da böyle onun programında yer kapmak, ya jüri koltuğunda ya da yarışmacı sınıfında yer almak istiyor. Çünkü biliyoruz ki, Acun’un programında görünmek, star enflasyonu yaşanan günümüzde ya sönmeye başlayan yıldızı parlatacak ya da sizden yepyeni bir yıldız yaratacak. Şu sıralar izleyiciyi ekran başına kilitleyen Yetenek Sizsiniz, O Ses Türkiye ve Yok Böyle Dans yarışmalarının yapımcı ve sunucusu Acun Ilıcalı, bugünlere bir gecede gelmedi elbette. O, acılarla dolu hayatını başarılarıyla tatlandırmayı bilenlerden… Bunu nasıl başardığını öğrenmek ister misiniz?

1969 yılında Edirne’de dünyaya gelmiş Acun Ilıcalı. Bugün olduğu gibi, o zaman da yerinde duramayan, afacan bir çocukmuş. Kendisinden iki yaş büyük ağabeyi İtalyan Lisesi’ni kazanınca, aynı başarıyı gösterme görevi yüklenmiş omuzlarına. Kaçar mı? Başarmış elbette; Kadıköy Anadolu Lisesi’ni kazanmış. Okulun en başarısız öğrencisi olduğunu söylese de hiç sınıfta kalmayışını, gelmiş geçmiş en iyi kopyacı oluşuna bağlıyor. İstanbul Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünü 3 kez kazanmasına rağmen mezun olamamış. 19 yaşında evlenmiş, bir kızı olmuş. Kızı dokuz aylıkken, ailesini trafik kazasında kaybetmiş. Anne-babasını kaybettiği arabada kızı Banu da varmış ve küçücük bedeni 18 kırıkla o kazadan sağ çıkmış. O günden sonra "mucize çocuk" demiş Acun bugün 21 yaşında olan kızına.


Dibe Vuran ve Hayata Küsen Acun 
Kayıplar fena halde sarsmış Acun’u. Tam bir yıl evden çıkmamış. Ziyarete gelen arkadaşları onu yalnız bırakmamışlar. Evde onlarla oyun oynayarak, futbol izleyerek geçirmiş bir yılı. Bu dönemde eşiyle yolları ayrılmış. Dibe vurduğunu ifade ettiği bu süreci atlatmak kolay olmamış elbette. Herkesin bir gün öleceğini, hayatın anlamsız olduğunu düşünerek ölümden hiç korkmadan yaşamaya başlamış. Motosiklet almış ve onunla büyük bir kaza geçirmiş. Bağdat Caddesi’nde… Bir araba soldan gelip çarpmış. Arkadaki arkadaşı bu kazada vefat etmiş. Acun’un ise sol kolu kırılmış. 36 dikişli bir ameliyat geçirmiş ve koluna platin takılmış. 1993 yılında ticarete atılmış Acun. Bağdat Caddesi’nde arkadaşıyla bir kot dükkanı açmışlar. Yurtdışından markalı jean ve gömlek getiriyorlarmış. Armani, Valentino, Versace marka kotlar da varmış. Sonra ikinci bir dükkan da açmışlar. Ancak aynı yıl döviz krizi olunca aldıkları malı satsalar da borçlarını ödeyemez duruma gelmişler ve batmışlar.
Acun’un Yükselme Devri 
Peki nasıl ayağa kalkmış Acun? Kanal D’nin o dönemdeki 
genel müdürü İrfan Şahin, yeğeninin en yakın arkadaşıymış. Aynı zamanda Show TV’de mali kontrolör olan İrfan Şahin’i ziyarete gitmiş bir gün. İrfan Bey İlker Yasin ile tanıştırmış Acun’u. Çok sıcak bir futbol muhabbeti yapmışlar. İlker Bey şaşırmış, çünkü futbol manyağıymış Acun. İnter-Milan maçını izlemeye İtalya’ya giden tiplerden… Bu enerjisiyle İlker Yasin’i etkilemeyi başarmış ve denemek üzere işe almış Acun’u. O zamanki kurla maaşı 110 dolarmış, yani bugünün parasıyla yaklaşık 150 TL. 
Beşiktaş maçlarına gittikten sonra şansı dönmeye başlamış Acun’un. Beşiktaş muhabiriyken bir anda sporcular ile samimi olmuş, sıcak diyaloglar içinde bulunmuş. Futbolcularla özel röportajlar yapmış ve bir anda yıldızı parlamış. Şöyle anlatıyor o dönemi: “Bir gün beni Beşiktaş antrenmanına yolladılar. Futbolcularla samimiyet kurmaya başladım. En önemli futbolcuyu 10 saniye sonra canlı yayına çıkarıyordum. Konuşma yasağı bana işlemiyordu. İngilizcem iyiydi, örneğin Beşiktaş’ın o zamanki teknik direktörü Christoph Daum’un dediklerini anında tercüme ediyordum. Tüm bunlar ekrandan da belli olmaya başlayınca yükselme devrim başladı.”



Hayatının Dönüm Noktası: Şansal Büyüka ve Televole 

Televole’nin spor-magazin olduğu yıllar… Sonra Şansal Büyüka’nın yanında, Televole’de çalışmaya başlamış. Kimseyi satmadığı, samimi olduğu için magazin dünyasında da çok özel işler yaptığını düşünüyor. Televole içerisinde kendine ait bir bölüm sunmaya, bir süre sonra da bu bölüm dahilinde dünyayı dolaşmaya başlamış. 105 ülke gezmiş ve bu arada bir kez daha evlenmiş. Eşinin ismi Zeynep. İki kızı daha dünyaya gelmiş: Leyla ve Yasemin. 
2002’de Acun Firarda’yı sunmaya başlamış. Bu arada "Dokun Bana" ve "Biri Bizi Gözetliyor" isimli yüksek reytingli yapımlara imza atmış. Acun Firarda vesilesiyle gittiği ülkelerdeki televizyon programları sıkı sıkıya takip etmiş. Beğendiği, zevk aldığı programları 
Türkiye’ye getirmiş. Bakmış ki onun zevk aldığı işlerden Türk halkı da zevk alıyor, program seçimlerini de ona göre yapmış.
Acun Medya ve Zirvedeki Yarışmalar
2005’te Acun Medya’yı kurmaya karar verir. Önce Fear Factor gelir, oldukça başarılı olur. Ondan sonra Survivor’lar… Survivor Türkiye-Yunanistan, Survivor Aslanlar-Kanaryalar. Sonra da "Var mısın Yok musun" ile turnayı gözünden vurur. Nihat Doğan’lı, Pascal Nouma’lı Survivor ile ortalık ayağa kalkar. Türkiye’nin starlarını dans ettirdiği Yok Böyle Dans, halkın yıldızlarını keşfeden ve özel jürisiyle reyting rekorları kıran Yetenek Sizsiniz, son olarak da Türkiye’deki güzel sesleri arayan O Ses Türkiye ile tam bir televizyon dehası olduğunu ispatlar Acun.
Yaşamındaki tüm zorluklara ve çöküşlere rağmen ayağa kalıp koşmayı bilen, bunu kendi kendine öğrenen Acun’un yaptığı işleri ister beğenelim, ister beğenmeyelim, azim ve kararlılığı yabana atılır gibi değil.
Acun’un Dilinden Başarı Sırrı
Bir kere hiç suni olmadım, samimiydim. Çok büyük bir avantajım, hiçbir dizide oynamadım, onun için halk gerçek bir kimlik gördü. Genelde etrafta sevilen bir insanım zaten. Bugün 25-30 kişilik bir ekip varsa bunların 15’i minimum 15 yıllık arkadaşım. Ukalalıktan nefret ederim. Kendini beğenen insan bana çok antipatik gelir. En büyük avantajım da kendimi ekrana çok iyi yansıtıyorum, o da Allah’ın bir lütfu.
Lisedeyken Matematikten Sıfır Almayı Nasıl Başardı?
Ben dersleri anlayamıyordum. Konsantrasyon problemim vardı. Amcam matematik profesörü. 2,5 ay çalıştırdı beni, sınava girdim, sıfır aldım. Babam gözlerine inanamadı. Önce kağıda, sonra da 3 kere ‘Aynı şeyi mi görüyoruz?’ diye bana baktı. Kağıdımın boş olduğunu biliyorum ama ben de usulen baktım. Yani bunun bir izahı var mı? Yok! Algılayamıyordum, bu bir gerçek!
Takdir Edilerek Reyting Almak
Açıkçası biz reyting zehirlenmesine uğramış bir milletiz. Bu, iyi bir şey değil. Bugün şu kadar para kazandın deseler hiç umurumda değil. Çünkü yediğim yemek belli, gezdiğim yer belli. Bunun üzerindeki para zaten olsa da olur olmasa da olur. Ama reyting bizim dünyamızdaki en büyük prestij. Benim aynı zamanda beğenilme yüzdemin de yüksek olmasına vesile oldular. Ben aslında reyting almanın bin bir yolunu biliyorum, ama önemli olan takdir edilerek reyting almak.


Acun’un Fark Yaratan 8 Başarı Şifresi
1. “Benim sevdiğim işi halk da sever” felsefesiyle program hazırlıyor. Halktan biri olduğunu, hayatının sokaklarda geçtiğini söylüyor: “Ben ve arkadaşlarım neyi severiz, neyi seyrederiz, diye kendime soruyorum ve buna uyan formatları Türkiye’ye getiriyorum.”
2. “Program ve yapımda her sorun benim sorunum, hepsiyle birebir ilgileniyorum” diyor. Suya sabuna dokunmayanlardan, külfeti ekibe bırakıp vitrine kendi çıkanlardan değil. İşin mutfağında ve her aşamasında yer alıyor.
3. Programa ait tüm görüntüleri seyrediyor, o seyretmeden hiçbir şey yayına girmiyor. Okey veriyor ve görüntü onun izniyle yayınlanıyor.
4. Kemikleşmiş bir ekibi var, aynı ekip farklı formatlarda onunla birlikte çalışıyor.
5. Bir yarışma devam ederken o yeni formatlar peşinde koşuyor. Yurtdışı bağlantıları yapıyor, toplantılara giriyor, durmadan koşturuyor.
6. Neden yurt dışından hazır formatlar getirdiği eleştirilerine şöyle cevap veriyor: “Formatı bir beyin takımının üretmesi gerekir. En büyük formatlar da İngiltere ve Hollanda’da geliştiriliyor. Amerika bile oradan alıyor. Bir işi en iyi kim yapıyorsa ona bırakmak daha mantıklı. Benim çalıştığım firmalar bana güveniyor ve Acun formatımızı kanaldan daha iyi korur deyip formatı kanala değil Acun Medya’ya veriyorlar.”
7. Hiçbir formatı ziyan etmedi, yaptığı her işin altından kalktı. Gerek format sahiplerindeki gerekse Türk izleyicisindeki kredisini günbegün yükseltti.
8. Yayın ekibi her daim aktif. Diyelim ki program başlangıçta yeterli reyting almadı ya da ekibi mutsuz eden bir şeyler var. Ekip tıkır tıkır işliyor ve hemen müdahale ederek formata bir değişiklik düşünülüyor. Mesela Var mısın Yok musun’un ilk iki bölümünde reytingler iyi gelmeyince Acun yarışmanın fazla neşe içerdiğini, soru işaretinin eksik olduğunu gördü. Onun yerine ışık ve müzikle gerilimi ortaya çıkardılar, seyircinin konsantrasyonu yarışmacıya odaklandı ve başta düşük olan reytingler anında yükseldi.
Kaynaklar: 
http://www.televizyongazetesi.com/haberDetayMiddle.asp?ID=10031 
www.habervitrini.com/haber.asp?id=320578 – 93k – 
tr.wikipedia.org/wiki/Acun_Ilıcalı – 17k – 
www.haber3.com/haber.php?haber_id=325171 – 66k – 
www.haberler.com/acun-ilicali-dan-samimi-aciklamalar-haberi/ – 81k – 
Hürriyet, Kelebek eki 
Platin dergisi
Buğra Öner Kocukeli  / ggdergi@gmail.com

Napolyon'un Liderlik Sırları




Devrim Fransa’sının askeri dehası Fransız General Napolyon Bonaparte (1769-1821), geliştirdiği savaş taktikleri, sıradışı hücum ve komuta stratejileriyle 200 yıldan bu yana sadece askerlik uygulamalarının değil, yönetim ve idare disiplinlerinin de merak konusu olmuştur.
Napolyon’un seferleri tüm Batı dünyasında askeri eğitim modelinin temelini oluşturmaktadır. Dünyayı, daha önce görmediği yıkımlarla tanıştıran Napolyon'un ordusu ile savaş sahnelerine getirdiği alışılagelmemiş yöntem ve taktikler birçok Avrupalı ve sivil savaş generali tarafından kopya edildi. Bugün de hâlâ pek çok askeri düşünce bu büyük Fransız'ın tesiri altındadır.
Fransız Devrimi dönemi aynı zamanda sivil savaşların başladığı bir dönemdir. Kral Monarkların geleneksel hanedan savaşlarının, yerlerini insanların savaşlarına terk ettiği bu süreçte, daha büyük ve kapsamlı ordular organize edildi. Çünkü savaşlar, daha büyük savaşlara bürünmüştü artık. Yaşanan tüm bu değişimler arasında kendisine tarihsel alanda biçtiği rolü şöyle tanımlıyor Napolyon: “Anarşi körfezini kapattım, kaostan düzeni çıkardım. Kabiliyeti, onu bulduğum yerde, doğum ve zenginliği nazara almadan ödüllendirdim. Feodalizmi fesh ettim. Eşitliği, insanların dinlerini esas almadan kanun önünde tesis ettim. Yıpranmış monarşiler ile savaştım. Çünkü insanlığın değerlerini tahrip ediyorlardı. Devrimi saflaştırdım.”



Napolyon’un Ordularının Vazgeçilmez Kuralları
Moral Yüksek Tutulmalıydı: Askere çağırma işlemleri yerine, savaşmak isteyen gönüllüler tercih edilirdi. Bu gönüllülerin devrimci gayretlerini kullanarak orduya yüksek moral aşılayan Napolyon, yeni ödüller koyarak imparatorluk muhafızları gibi elit müfrezeler oluşturmuştu. Çünkü "Lider, umut ticareti yapan kişi"ydi Napolyon için. "Savaş esnasında askerleri cesur kılan, onlara çekilen nutuk değildir. Kıdemli askerler çok zor dinler bu nutukları. Acemi askerler ilk yaylım ateşinde bu nutukları unuturlar. Bu uzun nutukların işe yaradığı tek zaman ise çatışma anıdır. Önemli olan savaş anında baş gösterebilecek olumsuz tüm etkileri uzaklaştırmak, yanlış haberleri düzeltmek, sefer esnasında uygun bir ruh halini canlı tutmak, askerler için keyifli bir ortam yaratmak üzere ordugâh kurmaktır."
Aristokratlar Ayrıcalıklı Sınıf Değildi: Ordu içinde herkes terfi edebilirdi; bu imtiyaz sadece aristokratlara ait olmaktan çıkarılmıştı. Hatta bir er, belli bir süreç içinde general olabiliyordu. Bu uygulamaya değinerek "Bütün generallerimi çamurdan yaptım." diyordu Napolyon.


Ordu Modern Ölçekte Yeniden Organize Edilmişti: Napolyon orduyu müfrezeler halinde, manevra kabiliyetine sahip küçük ordular biçiminde bölümlere ayırmıştı. Her müfreze, bütün hafif ve ağır silahlara ve zamanın tüm mühendislik ve teknik bilgilere sahipti. Bu müfrezelerin her biri asıl ordudan bağımsız bir biçimde savaşabilecek şekilde eğitilmişti. Sözünü ettiğimiz planlama ve örgütleme yeteneğine işaret edercesine "Beni en çok ne şaşırtır biliyor musunuz, hiçbir şey organize edemeyen güç." der Napolyon. Müfrezelerin komutanları, tıpkı bir orkestra yönetir gibi ve tam bir güven ortamı içinde bölüklerini öyle ustaca yönetirlerdi ki, Napolyon'un herhangi bir anda yapacağı taktik değişimine hazır ve kolaylıkta adapte olabilecek durumdaydılar.
Çevik Hareket Kabiliyeti Çok Önemliydi: Bölükler bir gün içinde ağır bir yük yüklemeksizin 15-50 km mesafe kat edebiliyorlardı. Kimi zaman zor kullanmayla da olsa, yiyeceklerini gittikleri yerlerden tedarik ediyorlardı. Birçok seferde hızlı manevralarla İngiltere'nin, Prusya'nın topraklarını büyük bir süratle dolaştılar. “Şu üç şeyi sürekli zihninizde tutmalısınız: Kuvveti yoğunlaştırmak, hareket ve kararlılık. Karar vermek kadar hiçbir şey zor ve değerli değildir. Ölüm hiçbir şeydir. Mağlup olmuş olarak yaşamak her gün on kez ölmektir. Ordunun gücü makinedeki güç gibidir. Hız ve ordunun morali, zafere daha çabuk ulaşılmasını sağlar.”



Napolyon’un Savaş Taktikleri
Kuvvetleri etkili ve hızlıca toparlamak: Napolyon, savaştan önce düşmanlarının sayısını belirler, askerlerini bir araya getirirdi. Binlerce kişilik orduyu kumanda edebilme ve tek merkezden yönetebilme hünerini nereden edindiğine dair ipucu şu önerilerinde gizli: “Gustavus Adolphus, Turenne, Frederick, Alexander, Hannibal ve Caesar… Bu komutanların hepsi aynı prensiple hareket ettiler. Hepsi kendi güçlerini bir arada tutmayı hedef aldılar. Alexander, Hannibal, Caesar, Gustavus, Turenne, Eugene ve Freder'in seferlerini tekrar tekrar okuyun. Büyük general olmanın ve savaş sanatının sırlarına aşina olmanın tek yolu budur.”
Birçok kere Napolyon’un orduyu bir arada tutan savaş metotları sayesinde ordu yok olmaktan kurtulmuştur. Napolyon'a göre müfrezeleri doğru zamanda ve doğru yerde kumanda etmek en iyi komutanlıktır. Manevra ve toparlanma hızı zaferin esasını oluşturmaktadır.

Gücü iktisatlı kullanmak: Napolyon maksimum gücü düşmanın en kritik alanlarına yoğunlaştırırdı. Çok kritik olmayan alanlara ise minimum gücü yerleştirirdi. Napolyon'un 1799'da söylediği şu sözlere bakılırsa, bu tutumu vakti zamanında pek az bulunur bir nitelik arz ediyormuş: "Avrupa'da çok iyi generaller var. Fakat bunlar aynı anda birçok şey görüyorlar. Ama ben sadece bir şey görürüm, düşmanın asıl bedenini…"
Zemin yönetimi: Napolyon için ağır silahları ve orduyu iyi bir zeminde konuşlandırmak çok önemlidir. Onun için ordunun hareketini gizleyen ve düşmanın hareketlerini kontrol eden bir zemin, galibiyet için çok şey demekti.




Manevra ve hücum kabiliyeti: Napolyon daima hücuma, hıza, manevraya ve sürprizlere inandı. Geliştirdiği hücum taktiği, Büyük İskender ve Sezar'dan bu yana başka hiçbir batılı komutan bu meselede kendisi ile karşılaştırılamaz. "Ordunun ekseriyeti çatışma için hazır bir hale geldiğinde düşmanın hareketlerini yakından takip etmek durumundasın." der Napolyon. "İleri karakolun görevinin esası ilerlemek veya gerilemekte değildir, manevra kabiliyetindedir. İlerideki birim hafif süvarilerden oluşmalıdır. Ve gerektiğinde daha ağır süvariler tarafından desteklenmelidir. Bütün bunlara komuta edenler, yeterli kabiliyet ve bilgi ile donanmış olmalıdır."
Sürpriz ataklar: Napolyon'un metodu güçlü temerküz amaçlı hücum üzerine kuruludur. Savaşlarda çoğunlukla hücum halinde bulunurdu. Bu sayede düşmana zaman kaybettirir, karşı ordu içinde geçici kaosun oluşmasını sağlardı. Sürpriz ataklarıyla ünlüydü. Öyle ki, kimse onun tam olarak nereye hücum edeceğini kestiremezdi. "Bütün geriye çekilme manevraları insan ve malzeme kaybının yanında ordunun moral düzeyini düşürür. Bu durumda başarı şansınızın yükselmesini ümit edemezsiniz."
Taktiklerin uygulanması: Napolyon için düşman ordusunun sayısının kendi ordusunun sayısını geçip geçmemesi önemli değildi. Onun temel meselesi sayı değil, taktiklerdi. Şöyle diyordu: "Eğer ordu, ağır silahlarda ve süvari birliklerinde sayıca az ise genel bir hareketten kaçınmak gerekir. İlk yetersizlik, hareketin hızı ve ağır silahların manevraları ile telafi edilmelidir. Süvarilerin yetersizliği, yerlerin seçimi ile telafi edilmelidir. Tabi bu durumlarda askerin moral durumu çok önemlidir. Şu prensip akılda tutulmalıdır: Bir tuzak amacı güdülmemişse, düşmanın içeri sızabileceği aralara asla izin verilmemelidir."
Ağır silahlar ve süvari birliklerine verilen önem: Napolyon'a göre "Süvari sınıfının hücumları her zaman için savaşın başında, ortasında ve sonunda eşit derecede öneme sahiptir. Zaferi takip etmek ve düşmanın toparlanmasına imkân vermemek, süvari birliklerinin işidir." Ağır silahları yeni metotlarla kullanmak da Napolyon'un her daim başvurduğu savaş stratejilerinden biriydi. Bu konuda, "Ağır silahlar her daim yaya askerlerin yardımına hazır bir konumda tutulmalıdır. Tanrı en iyi ağır silahlara sahip  olanların yanında savaşır." diyordu.
Napolyon’dan Liderlik ve Zafer Sözleri
· "Birçok insan başarısız olur; zira başarısız planlar yerine yeni planlar yaratmada gayretleri yoktur."
· "Savaşta bölünmemiş bir emir kadar  hiçbir şey önemli değildir."
· "Düşünmek için zaman ayırın, ama hareket vakti geldiğinde düşünmeyi bırakıp harekete geçin."
· "Bu dünyada iki güç vardır, kılıç ve ruh. Sonunda ruh daima kılıca galip gelir."
· "Kabiliyetsizlikle izah edilecek hiçbir kötülüğe başvurmayın!"
· "Gayret, karakterli insanın özelliğidir. Karbonun çeliğin özelliği olması gibi…"
· "Gerçek kahramanlık, hayatın musibetleri karşısında üstün olmaktır. Her ne surette bize meydan okurlarsa okusunlar…"
· "Eğer sebat yeterli ise telaş gereksizdir."
· "Halkın refahı, hükümetlerin ilk amacı olmalıdır."
· "Hakikatli kişi, kimseden nefret etmez."
· "Size sadece bir tavsiyem var, bilge olun!"
· "Karakter, organize bir zaferdir."
· "Güçlü kişi, istediğinde his ve zihin arasındaki iletişimi durdurabilendir."
· "Çok fazla tedbir bazen tam bir işkence olur. Öyle anlar olur ki, kişi kendi benliğini kadere teslim etmelidir."
· "Büyük insanlar, dünyanın aydınlanması için yanmaya ayarlanmış meteorlardır."
· "Büyüklük, devam etmiyorsa önemsizdir."
· "İntikamın basireti yoktur."
· "Taht, sadece kadife ile örtülmüş bir banktır."
· "Askerlerim! Ölümden korkmamalısınız. Ona karşı koyun ve düşman saflarına kadar kovalayın onu. Korkan kişi mağlup olmaya mahkumdur!"
· "Cesaret aşk gibi bir şeydir, umut ile beslenmeye ihtiyaç duyar."
"Bir düşmanla sık sık savaşmamalısınız; aksi takdirde ona bütün savaş taktiklerinizi öğretirsiniz."

Lilay Koradan