Hz. Muhammed'in Liderlik Sırları



Hz. Muhammed, disipline edilmeye alışık olmayan bir topluluğa idarecilik etmekteydi. Bu sebeple onun idare yetenekleri ve üstünlükleri, görüp öğrenmeye dayanan bir üstünlük değildir. Hatta toplumunun şehir devletinde idare işlerine bakanların bozuk geleneklerini yıkmış bir peygamber olarak, o idarecilikte de bir örnektir.
Hz. Muhammed, "mükemmel insan"ı inşa ederken, kişileri hem fert, hem aile, hem millet bazında yetiştirmişti. Bu sırada onlara kendilerini ve idareleri altındaki alanı yönetir hale getirmek üzere örneklik etmişti. Kendisi toplumunun hem lideri, hem idarecisi oldu. Bir yandan maddi-manevi hedefler gösterip halkı motive etti; bir yandan da bunu nasıl yapacaklarını göstermek üzere organize etti ve onlara her an eşlik ederek yol gösterdi.
Hz. Muhammed, fertlerin, kabileler olarak birleşerek haklarını savunmaya çalıştığı bir topluma ilk kez devlet idaresini tanıttı. İlk kez toplumunun ihtiyaçlarını düşünen, savunma, eğitim ve bayındırlık gibi ihtiyaçları gidermek üzere organize eden bir devlet çatısı kurdu. Bunun için yetenekli kişilerin cebir ve hukuk öğrenmesini sağladı ve bunları kadı ve memur olarak çevre kabilelere dağıttı. Böylece ilk kez Müslümanlardan zekat, ehli kitaptan cizye gibi vergiler toplandı, askerlik için sözleşmeler yapıldı. Bu toplananlarla asayişi ve eğitimi sağlayacak ve devleti savunacak bir teşkilat oluşturuldu. Bu arada, öncelikle paylaştırılan zekat gelirleriyle yoksul kesim kendini idare edecek hale getirildi. Dullar ve yetimler ise maaşa bağlandı. Böylece insanları suça itebilecek olan sefalet engellendi. Huzurlu bir toplum yapısı kuruldu, rekabetle savaşan bir topluluk, sevgiyle yardımlaşan bir millet haline geldi.



Yetenekleri Değerlendirmesi 
Hz. Muhammed, insanlar arası yetenek farklılıklarını çok iyi takdir eden bir idareciydi. Gerek İslam'a girmeden önce toplumunda kendisini ispatlamış sosyal kişileri, gerekse kendini yetiştirmeye imkan bulamamış zeki ve yetenekli gençlerin yeteneklerini geliştirdi ve onlardan sosyal görevlerde yararlandı.
Onun Çin'e kadar uzana geniş bir coğrafyaya elçiler göndererek mesajını ilettiğini biliyoruz. Bu gibi işlerde ticaret hayatı nedeniyle başka ülkelere gitmeye alışkın kişilerle, devlet kapısının usullerini bilen kişileri değerlendirmiştir.
Askeri grupların başına geçirdiği kişileri de yine komuta etme becerisi ve tecrübesi olanlar arasında seçmiştir. Hatta bir askeri grubun başına henüz yeni İslam'a girmiş birini geçirmişti. Üstelik, İslam'da en değerli ve kendisine en yakın kişiler olan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer onun emrinde sade birer asker durumundaydı. Böylece askeri hiyerarşinin bir yetenek ve tecrübe işi olduğunu, dini hiyerarşinin bu alanda geçerli olmadığını göstermiş oluyordu.
Hz. Muhammed, toplumun görmüş geçirmiş, akıllı ve temkinli kişilerinden danışmanlar edinmiştir. Böylece idare işlerinde onların bilgi ve deneyiminden yararlanırdı. Yani gerek yetenek, gerekse tecrübe birikimine büyük değer verirdi. Gençlerin yeteneklerini değerlendirmeye ise özel bir önem vermiştir. Gençlerin enerjisini iyiye yönlendirmesi, amaçsızca harcanıp gitmemesi için çaba göstermesi çok önemlidir. 
Bir grupla yolculuk esnasında Hz. Muhammed ezan okunmasını buyurmuştu. Sahabeden biri ezan okumaya başlayınca oradaki cahil gençlerden biri, müezzini taklit ederek gülüp eğlenmeye başladı. Peygamber, genci yanına çağırdı. Genç önce çok korkmuştu, ama peygamber ona, ezanın sözlerini tek tek öğretti ve tekrarlattı. Genç korka korka isteneni yaptı. Peygamber ona; "Güzel sesin varmış, biraz daha çalış; bundan sonra ezanı sen oku" dedi.
Peygamber bu davranışıyla hem gencin hatasını yüzüne vurmamış, hatta ona bir mazeret imkanı sağlamış oldu. Sanki böyle taklitle komik sesler çıkarmasını, "sözleri yanlış biliyormuş da ondan öyle söylüyormuş" gibi yorumladı. Hem de gence sesini değerlendireceği bir imkan sağladı. Böylece amaçsızca gülüp eğlenmesini baskılamak yerine ona bir amaç gösterdi. Peygamberin hayatında bunun gibi bir çok örnek vardır.
Hz. Muhammed, mescidinin bitişiğinde kurduğu yatılı okulda gençleri eğitir, daha sonra onları yeteneğine göre çeşitli işlerde değerlendirirdi. Güzel yüzlü, yumuşak sözlü, barışçı kişileri İslam'ı sevdirmek üzere gönderirdi. Bunların ilk örneği; Medine'nin İslam'a girmesinde emeği geçen Musab'dır. Daha sert yaratılışlı olanları ise askeri işlerde değerlendirmiştir. Hesaplama ve hükmetme işlerinde yetenekli olanları hakimlik ve vergi toplama işlerine yollamıştır. 
Hz. Muhammed, yetiştirdiği memurları gönderirken, onlara halka uyumlu davranmaları için nasihatler ediyordu. Genellikle göreve ehliyetine güvendiği kişileri gönderir, onlar hakkında şikayet gelirse de dikkate alırdı. Bir göreve göndereceği kişiyi kendisi seçerdi. Göreve talip olanlara pek yüz vermediği kaydedilir.
 Ebû Musa (r.a.) anlatıyor: Yanımda amcamın evlatlarından iki kişi daha olduğu halde Resûlullah'ın huzuruna girdim. Yanımdakilerden biri, "Ey Allah'ın Resûlü! Allah'ın sana tevdi ettiği işlerden bazıları üzerine bizi memur tayin et" dedi. Diğeri de aynı talepte bulundu. Resûlullah'ın onlara cevabı şu oldu: "Biz, -Allah'a yemin olsun- bu işe, onu talep eden veya ona hırs gösteren hiç kimseyi tayin etmeyiz!" (Buhârî, Ahkâm 7,12, İcâre 8, İstitâbe 2; Müslim, İmâret)
Hz. Muhammed, bir göreve getirilecek kişiyi kendisi seçerdi, ne telkinlere ne de  taleplere bakmazdı. O, görevin sorumluluğunu duyan, yanlış yapmaktan çekinen kimselere görev verirdi, aşırı cesaret gösteren, kendine fazla güvenen kişilere değil.
Peygamberimiz devlet malından çalmayı ve rüşvet almayı hırsızlığın en büyüğü olarak göstermiştir; çünkü bir kişinin malını çalan onunla helalleşebilir, ama devletin malında tüm toplumun hakkı vardır. Bu sebeple vergi memurlarını görev başına göndereceği zaman onlara şöyle bir konuşma yapmıştı: "Bir işe memur tayin ettiğimiz kimse, bizden bir iğne veya ondan daha küçük bir şeyi gizlemiş olsa, bu bir hıyanettir. Ve onu kıyamet günü beraberinde getirecektir. (o şey peşini bırakmayacaktır)" Bunun üzerine, Ensar'dan bir zat kalkarak; "Ey Allah'ın Resûlü! Vazifeyi benden geri al!" dedi. Hz. Muhammed, "Sana ne oldu?" diye sordu. "Senin (az önce şunu şunu) söylediğini işittim ya!" deyince Hz. Peygamber, "Ben onu şu anda yine tekrar ediyorum, kimi memur tayin edersek az veya çok ne varsa bize getirsin. Kendisine ne (maaş) verilirse alır, ne yasaklanırsa onu terk eder." (Müslim, İmâret 30, 1833).
Hz. Muhammed göreve getireceği kişilerde dini sorumluluk duygusu kadar, güçlü karakter ve net bir görüş yeteneği de arardı. Bu sebeple takvasıyla meşhur olan Ebu Zer'e dahi memuriyet vermemişti. Ebû Zerr r.a. anlatıyor: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, beni memur tayin etmez misin? Bu sözüm üzerine, elini omzuma vurdu ve sonra da 'Ey Ebû Zerr, sen zayıfsın, memurluk ise bir emanettir. (Hakkını veremediğin taktirde) kıyamet günü rüsvaylık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hak ederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz edâ ederse o hâriç' buyurdu." (Müslim" İmâret 17, 1826)
Kriz Yönetimi   
Peygamberimiz görevini yerine getirirken büyük zorluklarla başa çıkmak zorundaydı. Böyle zamanlarda halk panikler, emirleri dinlemez, isyan ve kargaşa çıkması an meselesidir. Peygamberimiz böyle kritik anlarda da hem serinkanlılık örneği hem de umut ışığı olmuştur. 
Peygamberin böyle krizli ve gergin günlerde büyük müjdelerle ümit aşılayıcı olduğunu görüyoruz. Mesela Hendek harbinde, neredeyse Arabistan yarımadasının en büyük ordusu bir araya gelmiş, Medine'yi kuşatmaya geliyorlardı. Gönülden iman etmemiş, ama İslam'a girmiş gibi görünen münafıklar da moral bozuyorlardı. Böyle her yönden korkunun kuşattığı bir atmosferde Hz. Muhammed Hz. Selman'ın öne sürdüğü fikri değerlendirerek şehrin etrafına hendek kazdırmaya karar verdi. Böylece inananlara korku içinde beklemek yerine, daha iyi bir savunma yapmak üzere yeni bir teknik deneme yolunu gösteriyordu.
Peygamberimiz her aileye hendeğin bir bölümünü kazmaları için görev paylaştırdı. Bir coşku ve ümit havası aşıladı. Öte yandan, Medine'de kıtlık zamanıydı; herkes halsiz ve bitkindi. Medine'nin kenar mahalleleri, evlerinin Yahudi komşuları tarafından soyulacağından endişe içindeydi. İşte bu korku, yokluk gibi pek çok sıkıntı içindeyken hendeği kazmaya çalışıyorlardı. Bu sırada hendekte çok büyük ve sert bir kayaya rastladılar. En güçlü kişiler bile en küçük bir çentik açamıyordu. Nihayet böyle zamanlarda hep yaptıkları gibi peygamberimizi çağırdılar. O, kazmasıyla bir vurdu, etrafa göz kamaştıran kıvılcımlar saçılarak kaya ikiye ayrıldı. İkinci ve üçüncüsünde paramparça oldu. Peygamber hendekten çıktığında şu müjdeyi verdi: "Birinci vuruşumda çıkan kıvılcımlar arasında sizin Kisra'nın saraylarını ele geçirdiğinizi gördüm. İkincisinde ise Kayser'in hazinelerini ele geçirdiğinizi ve Allah yolunda harcadığınızı gördüm." Müminler coşkuyla tekbirler getirerek taze bir şevkle işlerine koyuldular. Yine aynı savaşta peygamberimiz, az bir yiyeceğin bütün bir topluluğa yetişmesi gibi mucizelerle halkın imanını artırdı ve gönlünü yatıştırdı. Sırf bu savaşta sergilediği idarecilik başarısı incelense başlı başına bir kitap konusu olur.


Kararlılığı 
Peygamberimizin idarecilik başarısında önemli bir üstünlüğü de telkin ve yıldırmalara karşı koymada kararlılığıdır. Bilindiği gibi insanlar kurallara ve kararlara belli ölçüde direnç gösterir, isteksizliklerini belli ederler. İdareciler, halkın bu başıbozukluğundan hemen yılar, geri adım atarsa, gittikçe halkın hevesatı hakim hale gelir. Bu durumda da işlerin yürütülmesi mümkün olmaz.
Hz. Muhammed, bazı durumlarda halkın isteksizlik göstermesini görmezden gelip kural ve buyruklarında ısrarını sürdürmeyi bilmiştir. Halk ilk başta mızmızlansa da onun kararlılığı karşısında yavaş yavaş uyum göstermişlerdir. Mesela Hz. Ömer gibi haysiyete düşkün bazı müminler, tavizler karşılığında imzalanan Hudeybiye barışını pek içlerine sindirememişlerdi. Bu yüzden peygamberin buyruklarını ağırdan alıp isteksiz davrandılar. Peygamberimiz ise onları görmezden geldi, yapılması gerekli işleri bizzat yapmaya başladı. Bu durumda hepsi yavaş yavaş ona uydular.
Hz. Muhammed, toplumunu yönetmek için mecburen bazı kurallar koyuyordu, ama insanlara sertlikle angarya yüklemek yerine, sevdirerek ve müjdeleyerek güzel işleri yaptırırdı. Ancak iyilikten anlamayan, güzellikle katılım göstermeyen olursa onlara karşı da kendini saydırırdı. Böyle durumlarda dargınlık ile muhatabını etkilerdi.
Hiçbir işi basit görmezdi, iyi niyetli ve manevi amaçlı olarak yapıldığında her işin bir sadaka olduğunu söylemişti. "Güneşin doğduğu her yeni günde kişiye, her bir mafsalı için bir sadaka vermesi gerekir. İki kişi arasında adâlet yapman bir sadakadır. Kişiye hayvanını yüklerken yardım etmen bir sadakadır. Güzel söz sadakadır, namaza gitmek üzere attığın her adım sadakadır. Yoldan rahatsız edici bir şeyi kaldırıp atman sadakadır." (Buhârî, Cihâd 72, 128, Sulh 33; )
Peygamberimiz dünyevi hayatın temiz ve düzgün olarak düzenlenmesi için çalışılmasını da bir ahiret ameli olarak görüyordu. Acizlerin ihtiyaçları için gücü yetenlerin mutlaka çalışması gerekirdi.
Peygamberimiz motive eden, yol gösteren, sürekli aktiviteye yönlendiren bir önderdi. Bu hususta en büyük örnek de altmışına yakın olan yaşına rağmen, hiç durmadan çalışan kendisi idi.
Saygınlığı 
Peygamberimizin sözünü dinletebilmesinde en büyük etken, önce kendi nefsine, sonra ailesine sözünü dinletebilmiş olmasıydı. Çoğu idarecilerin en büyük handikabı olan "kendi ailesine söz geçirememe" sorununu da kararlılıkla aşmıştır. Mesela müminler fetihler yapıp ellerine ganimetler geçince daha rahat bir dünyevi hayat istemişlerdi. Peygamberin eline bazen değeri büyük mallar geçmekte, ama o bunları toplumun fakir kesimiyle, gönlünü İslam'a ısındırmak istediği kimselere dağıtıyordu.
Hz. Muhammed, ilk başta kendi ailesi olmak üzere tüm müminleri gevşememeleri için uyarmak istedi. Müminlerde bir gevşeme ve isteksizlik sezdiği zaman hafifçe uyarır, "Eğer Allah'ın dinine hizmet etmekten geri kalırsanız, o zaman Allah sizin yerine daha hayırlıları geçirir." derdi. Bir seferinde "Onlar kimdir ya Rasululla?h" denmişti, o da eliyle acem asıllı Selman'ı işaret etti. Nitekim, tarihin seyri de öyle olmuştur. Araplar İslam gayretinde gevşeyince, İslam bayrağı Arap olmayanlara geçmiştir.
Adaleti 
Peygamberimizin toplumun idaresinde adalete gösterdiği titizlik meşhurdur. Onun adalet hususunda gayreti, daha sonra halifelerinde de devam etmiştir. Bilhassa Hz. Ömer'in adaleti bir efsane olmuştur.
Adaletin bir gereği de birbirini şikayet eden kimselerin arasını bulmaktır. Peygamberimiz genellikle uzlaştırıcıydı. Birbirini şikayete gelenleri hoş karşılamazdı. Genellikle affa teşvik ederdi. Ufak tefek hataları hoş görerek herkesi birlik içinde tutardı.
Bir seferinde, "Bana  birbiriniz hakkında şikayet getirmeyin. Ben aranızdan ayrılıp gittiğimde sizin hakkınızda iyi şeyler düşünmek istiyorum" demişti. Bununla birlikte, güçlülerin zayıflara karşı haksızlıklarında amansızdı. Bir saldırı halinde, tarafların razı olduğu bir diyet ödettirir, zararları telafi ettirirdi. Bunun için zorluktan yılmazdı, öyle ki, bir seferinde haksız olarak başkasının bahçesine hurma ağacı diken birini, onca ağacı söküp, araziyi terk etmeye mahkum etmişti. Böylece bir yeri işgale ederek zorbalıkla ele geçirmeye imkan vermemiştir.
Her Kesime Eşit Davranması  
Hz. Muhammed, toplumunun farklı kesimlerine, durumlarına uygun ve eşit muamele eder, hiçbirini küstürmezdi. Özellikle yakınlarıyla yabancılar arasında kurduğu denge, daha çok yabancıların hakkını öne almak şeklindeydi. Fedakarlıkları daha çok yakınlarından beklerken, haklar söz konusu olunca daha çok yabancılara hassasiyet gösterirdi.
Bir seferde elde edilen ganimeti daha çok yeni katılanlara dağıttı. Bu durum bir haksızlık gibi görülür olunca da İslam'a ilk girenleri yanına topladı ve duygulu bir hitabette bulundu.
Onların İslam'a verdikleri hizmetin değerini, kendisine verdikleri desteğin manevi büyüklüğünü takdir etti. Sonra da "Diğerleri dünyalık mallarla dönerken, siz Allah'ın peygamberi ile dönmeye razı değil misiniz?" buyurdu. Böylece peygamberimiz toplumunu uzlaştırır, razı ederdi. Peygamberin üstünlükleri saymakla bitmez. O hem dünyada hem ahirette bir önder ve kucaklayıcı bir babadır. Tüm dünya onun kabile düzenindeki eğitimsiz bir topluluktan bir millet meydana getirişine ve kısa zamanda yolunu kuruşuna hayrandır. Ona iman etmeyenler bile başarısının büyüklüğünü itiraf etmişlerdir.

kaynak: gencgelisim.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder